Bohemlik özgürlüktür, yeni olana, keşfe açık olmaktır. Dünyaya kurallara uymak için değil deneyimlemek için geldiğinin farkına varmaktır. Bohem olan uçacak kadar hafif, hayatı anlayacak kadar derindir. Hazır havalar iyice soğumuşken sizin için en bohem filmlerden şahane bir seçki hazırladık.
Seçkimize öncelikle, bize bohem hayatını tanıtan, içselleştirmemizde büyük katkısı olan La Vie de Bohem filmi ile başlayalım.
La Vie de Bohem: Yazar Henri Murger’in La Boheme adlı kitabından uyarlanarak çekilmiş film. 1992 yılında çekilen La Vie de Bohem filminin yönetmeni, eşsiz sinema diline sahip olan Finlandiyalı yönetmen Aki Kaurismäki‘dir. Film, bohem ruhunu yansıtmak için siyah beyaz çekilmiştir. Ressam, müzisyen ve yazar olan üç sanatçı ruhlu bohemin Paris’teki yaşamına odaklanıyor.
Total Eclipse: Edebiyat dünyasının en tartışmalı ve tutkulu aşklarından birini yaşayan Verlaine ve Rimbaud’nun öyküsünü anlatan biyografik bir film. 1995 yapımı Total Eclipse filminin yönetmeni Agnieszka Holland.
Film, ünlü Fransız şairleri konu alıyor ve ruhunu şiire teslim edenleri anlatıyor. Dünyevi işlere tamamen sırtını dönen bu sanatçılar, bohemliği izleyiciye pürüzsüz aktarıyor. Böylesine zor bir öyküyü anlatmayı başarabilmiş olmasıyla övgüler alan Holland, tutkunun doğasını, Fransız şairlerin üretebilmek için nelerden vazgeçtiğini çarpıcı bir dille anlatıyor.
The Dreamers: Alışılmadık mizah duygusuyla bohem hayata farklı bir bakış açısı getiren Bernardo Bertolucci filmi. 2003’te çekilen The Dreamers, üç gencin boş bir evde yaratmış oldukları özgür dünyalarına bizler için açılan bir kapı. İdealiz, huzursuzluk, sınırın belirsizliği, arzu gibi kavramlar etrafında döner dururken Paris’in büyüleyici atmosferiyle başımızı döndürüyor.
Only Lovers Left Alive: Jim Jarmusch’un yönetmenliğinde, bohemliğe derin ve özgün bir bakış. Only Lovers Left Alive, seyirciyi amaçsız, bohem, entelektüel bir serüvene davet ediyor. Bizi, ölümsüz hayat döngüsünde kalan iki birbirine aşık vampir ve sanatçı ruhla tanıştırıyor. Tanıklık ettikleri asırlar içinde, kendilerine ‘bağımlılık’ olarak edebiyat ve müziği seçmiş bu entelektüeller izleyiciye ilginç bir öykü sunuyor.